En çok kendimiz ile iletişim halindeyiz.
Yaşadığımız her olayın bizde olumlu iz bırakması ve deneyime dönüşebilmesi, önce kendimizde olan derinliği görmekten geçer. Derinliği görebilmek ise duygularımızı tanımaktan…
Çünkü duygular, bilgi taşır.
Duygularımızı tanıyor muyuz? Doğru tanımlayabiliyor ve ifade edebiliyor muyuz?
Duygularımızın beslediği ihtiyaçlar neler ve ihtiyaçlarımızı dile getirme noktasında ne kadar etkin olabiliyoruz?
Bu makalede; “önce kendine empati” temasını merkeze alarak, özümüzden dışarıya, duygu ve ihtiyaçları daha iyi tanımanın yöntemlerini keşfederek samimi bir sohbet gerçekleştireceğiz. Dental korkunun en çok görülen korkular arasında yer aldığı dünyamızda, duygumuzu doğru tanımlamak, ihtiyacımız olan desteği almamızda etkin bir rol oynayacaktır.
Nasıl mı? Gelin önce empatinin tanımına, sonra da duygularımızın renk kartelasına bakalım.
Ardından ihtiyaçlarımızı doğru ifade noktasının kazanımları ile elde etmek istediğimiz sonuçlara parlak adımlar atalım.
Empati kelimesi Yunanca’ dan türemiştir. Yunanca’ da “içini hissetme” demek olan empatheia terimi, günümüz dünyasında daha çok başkasının duygu ve düşüncelerini hissetmek ve anlamak üzerine yorumlanmış olsa da, empati kendi özümüzden başlayarak dışarıya doğru gerçekleşir.
Kendi duygu ve ihtiyaçlarımızı duyabilmek, doğru tanımlayabilmek, onlarla empati kurarak ifade edebilmek bizi karşı karşıya gelmekten korktuğumuz pek çok durumu daha iyi yönetmemize katkı sağlar.
Duygular renkler gibidir, farklı yoğunluklara sahiptirler ve birbirleriyle karışabilirler. Psikolog Robert Plutchik tarafından 1980 yılında geliştirilen sınıflandırma yöntemi ile sekiz temel duygu tanımlanmıştır;
Korku,
Öfke,
Sevinç,
Üzüntü,
Güven,
İğrenme,
Beklenti ve
Şaşırma.
Ressamın paletindeki renkler gibi bu temel duygular aralarında birleşerek başka duygular ortaya çıkarırlar.
Örneğin; korku ve şaşırma bir araya geldiğinde endişe, korku ve üzüntü birlikte umutsuzluk duygusunu oluşturur. Aynı şekilde beklenti ve korku bir araya geldiğinde kaygıya, beklenti ve üzüntü bir araya geldiğinde de kötümserliğe neden olur.
Hayatımızın bir döneminde, beklemediğimiz bir anda gördüğümüz dental tedavi veya hekim yaklaşımı nedeniyle bir korku ve şaşırma duygusunu hissettiğimizde, endişe olarak zihnimizde yer eder. Ne zaman bir dental tedavi olmamızı gerektirecek bir durum olsa, aynı endişeyi tekrar tekrar yaşarız. Plutchik’in Duygu Çemberine göre korku ve beklenti bir araya geldiğinde kaygıyı oluşturduğu için, tedavi ile ilgili beklentilerimiz korku ile birleştiğinde kaygı düzeyimiz de yükselir.
Güven ve şaşırma bir araya geldiğinde merak; güven ve sevinç bir araya geldiğinde sevgi; güven ve üzüntü bir araya geldiğinde kırılganlık; güven ve korku bir araya geldiğinde de itaat oluşur.
Bu anlamda, tavsiyelerine güvendiğim bir arkadaşım, hiç beklemediğim bir anda bana dental tedavi için bir hekim veya klinik önerdiğinde oluşan merak duygusu, beni bambaşka maceralara sürükleyebilir. Hatta tavsiye edilen klinik tam da hayal ettiğim gibi çıkarsa, güven ve sevinç duygusunu bir arada yaşayıp o hekime veya kliniğe yoğun sevgi hissedebilirim.
Peki, bu duygu sınıflandırması ne işe yarar? Duygusal renk kartelamızı daha yakından tanımak, tepkilerimizi ve seçimlerimizi aydınlatır, onları daha derinden anlamamızı sağlar. Bir duygunun yoğunluğu, davranışın ortaya çıkma durumunu da etkiler. Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, davranışlarımıza neden olan duyguları daha net tanıdıkça, davranışlarımız anlam kazanmaya başlar.
Baskılanan duygu, kontrolsüz eylem olarak ortaya çıkar. Oysa ki duygularımızı fark etmek, doğru tanımlamak ve kabul etmek davranışlarımızı, seçtiğimiz sonuçları elde edecek şekilde dönüştürür. Yani, ihtiyaçlarımızı doğru tanımlamamızı sağlar.
Duygu ve ihtiyaçlarımızı tanımlayabilmek, kendine empati yapabilmenin etkin yollarından biridir.
Peki nasıl ifade edeceğiz duygu ve ihtiyacımızı? Yani, kendimize empati nasıl yapacağız?
Kullandığımız dil reaktif, saldırgan ve suçlayıcı olmadan, tamamen özümüze doğru gerçekleşmeli; ben diline dönüşmelidir.
Örneğin aşağıdaki ifade kalıbını kullanmayı deneyelim.
[ ………. olduğunda ………. hissediyorum. ………. İhtiyacım var.]
Bu kalıbı dental korku üzerinden deneyimleyelim:
“Dental aletlerin sesini duyduğumda tedirgin hissediyorum. Bu sesin bana zarar vermeyeceğini bilmeye ihtiyacım var. “
Veya “Diş hekimi koltuğuna oturup ağzımı açtığımda kendimi güçsüz hissediyorum. Elimle bir şeye tutunarak veya elimde bir şey tutarak güven duymaya ihtiyacım var.”
Bir çalışma da bu olabilir: “Diş hekimi dişlerimi muayene ederken acıyacağını düşünerek korktuğumu hissediyorum. Bu tür uygulamalarda tam olarak ne hissedeceğimi ve hangi yoğunlukta bu hissi yaşayacağımı önceden bilmeye / bilgilendirilmeye ihtiyacım var.”
Bir çalışma daha: Tedavim sırasında ola ki acı duyarsam, konuşamayacağım için hekime bunu nasıl ifade edebileceğimi bilmemek beni çaresiz hissettiriyor. Tedaviye başlamadan önce bu konuda bilgilendirilmeye, ne tür bir işaret dili ile anlaşabileceğimi bilmeye ihtiyacım var.”
Yukarıdaki örnekleri çoğaltabiliriz. Bu bir kaç örnekte gördüğümüz gibi duygu ve ihtiyacımızı doğru tanımladığımızda nasıl da “anlaşılmış” ve hatta çözüme kavuşturulmuş gibi rahatlamış hissediyoruz? Çünkü iletişimimiz sihirli değnek dokunmuş gibi tam da istediğimiz netliğe kavuşmuş oluyor.
Duygumuzu ne kadar iyi tanımlarsak o kadar kendimizi doğru ifade etme ve istediğimiz sonuca ulaşma şansı yaratırız.
Duygulara alan açtıkça:
Bedenimizin de duyguyu hissetme ve doğru akıtma kapasitesi artar.
Eylem seçimleri de bilinçli olur.
Kendimize (ve başkasına) şefkat, empati, anlayış, nezaket artar.
Tüm bunlara rağmen duygumuzu ve ihtiyaçlarımızı doğru tanımlayamadık veya ifade edemedik, o zaman ne olacak?
Sizin kendinize yapamadığınız empatiyi size yapabilecek biri varsa, şanslısınız.
Bu şansa İmpladent’te her zaman sahipsiniz.
Ferah Kaya
Kurumsal İletişim Danışmanı